AYDINLIĞI BEKLERKEN GALİP GELEN ERDEMDİR

İnsanların zihinlerde bıraktıkları tesir, satırlara döktükleri ifadelerin izdüşümlerindedir.
Gazetecilik hayatının ilk yazısına ''burada belki inandığım her şeyi söyleyemeyeceğim
ama inanmadığım hiçbir şeyi de söylemeyeceğim.'' cümlesiyle başlamıştır Galip Erdem.
Kaleme aldığı yazılarındaki cümlelerin, yaptığı konuşmalardaki ifadelerin yıllar sonra
birer vecize haline geleceğini ön görmüş müdür, bu sorunun yanıtını bulmak artık
imkânsızdır. Mütevazı kişiliği ile fedakârlık çizgisini Ağrı Dağı'na taşıyan bir adam, kendi
kandilinden süzülen ışığın kudretine teslim olmayacak kadar vakar, o ışığın parıltısına
kanmayacak kadar da selimdir. Gencay Dergisi'nin bu sayısında bir Galip Erdem
biyografisi yazma gayretinde değiliz. Nitekim bu satırların yazarının haddini aşması
demek olur. Galip Erdem'i anlatan birçok yazı, anma toplantısının video kaydı,
yayınlanmış bir biyografisi mevcuttur. Ötüken Neşriyat, son yıllarda baskısı tükenen Galip
Erdem kitaplarının da tekrar baskısını hazırlamış ve okuyucuya ulaştırmıştır. Onun
hakkında söyleyecek sözler, sevginin, ülkünün, insanlık onurunun dillere pelesenk olmuş
nakaratlarıdır. Bir vakıadır ki onu bilmemek, güdük kalmaktır. Noksan kalmaktır. İkmal
edilmediği takdir de öyle uzaklaşılır ki gönül verilen yolun güzergâhından, aslında o
güzergâh için bedel ödeyen çile çeken evvel zaman içindeki büyüklerin hatırası da
gocunur.
 
Bu yazımızda Galip Erdem'in bugün ebedi uykusunu yattığı Cebeci Asri Mezarlığındaki
kabir taşında yer alan sözünün üzerine konuşacağız. Hala geçerliliğini korumuş olmasının
acısını duyacağız. Türk siyasetinin sağ yelpazesinde yer almış değerler manzumesi olmuş
Milliyetçi Hareket Partisi'nin ve seçmeninin son yıllarda yaşadığı bir sorunu tek bir
cümlede özetleyen sözü şöyledir: ''Asıl noksanımız, yeterince sevmesini hâlâ
öğrenememiş olmamızdır”. Cümlenin başında ise “başka noksanlarımız da elbette vardır.''
ifadesi bulunmasa kabir taşında yer almamaktadır.
Sevgisizliğin, bir camiadaki illetin teşhisi olması, sosyal bilimler nazarında
tartışıladursun, hayatın realitesinde karşılığını çoktan bulmuş bir teşhistir. Öyledir ki,
Galip Erdem'in vefatının üstünden -12 Mart 1997 - 20 yıla yakın bir süre geçmiş olmasına
rağmen bu sözünü şuan hatırlatan hadiseler yaşanmıştır. Bu hadiseleri hatırlatmak,
sadece yazının hacmini yükseltir. Başka bir amaca hizmet etmez. Ama şu fikrimizi beyan
edelim ki, son aylarda yaşanan süreç, karşılıklı yanlış adımların atıldığı, samimiyetin
olmadığı, çare bulmak için değil çaresizliği çare haline getirmek için çıkmazların
sürüldüğü, polemiğin kişilik haklarını hedef aldığı bir süreçtir. Haklı haksız
tartışmasından uzaklaşılmış, gürültü kavgayı doğurmuş, zıtlaşma ayrılığı beraberinde
getirmiş, ötekileşme dünün dostluklarına rağmen uygulanmıştır. Bu minvalde, meselenin
45
özüne inmek şöyle dursun yarının ne olacağını kestirmek çok
güç bir hal almıştır. Bir değişim meselesi olarak başlayan
muhalif ve muktedir taraflarıyla belirlenen süreç
boyunca yaşananların tamiratının nasıl olacağı
sorusunun hala sorulamıyor olması görmezden
gelinmemelidir.
Türk milliyetçiliğinin iç tartışmalar tecrübesi yüksek bir
mertebede değildir. Milliyetçi camianın en büyük ve
yegâne temsilcisi olan Milliyetçi Hareket Partisi, öncesinde
sadece bir defa genel başkan değiştirmiş; efsanevi, kurucu
genel başkan Alparslan Türkeş'in vefatı üzerine bu değişiklik mecburi olmuştur. İç
tartışmalarda, hizipleşmenin süratle görülmesi, iç huzurun yerini çabucak elektriklenen
gergin bir atmosferin alması, şunu göstermektedir ki demokratik, istişare kültürünü
yaşatan, sorgulayan ve tartışan yapı, ana program esasının eleştirilememesi ilkesi
nedeniyle tesis olmuştur. Lider, teşkilat ve doktrin eleştirilemez prensibi asla şuna engel
olmamalıdır ki, bir gün hakikat arayışından tutun kasıtlı bir nifak hareketine değin,
eleştiri nereden gelirse gelsin murakabesi şiddet olmamalıdır. Şiddetin doğuracağı sonuç
nefretin ve düşmanlığın bir sonraki hamlesini hazırlama istediği oluşturma olur.
Peki, milliyetçiler birbirini sevmemekte midir? Burada Galip Erdem'in yıllar önce bir
toplantıda ''Türk milliyetçiliğinin sorunu Türk milliyetçileridir.'' şeklindeki tarihi çıkışını
hatırlıyoruz. Erdem, davanın dağın zirvesine çıkarılması yolculuğunu da yıllar sonra
eleştirmiş, dağın zirvesine şahsımızı çıkartıp davayı dağın eteklerinde bıraktığımızı ifade
etmiştir. Onun kandilinden süzülen sevgisizlik uyarısı, ciddidir. Sevginin beraberinde
getirdiği tolerans, uzlaşma, sağduyu, barışabilecek kadar tartışabilme, metanet,
merhamet, dış mihrakların uzattığı mızraklarına karşı kalkan olabilme gibi özetlenecek
meziyetler, sorunların tahrip edici boyutunu asgariye indirebilir. Peki, işbu üzerinde
tedavi belli iken bilinen bir hususken her şey bir yazıyla duru anlatılabilirken neden
diyoruz. Milliyetçiliği tabi bir duygu ile çelik bir ideolojinin yanında siyasetin hesaplarına
taşıma, sevgiyi de öldürme noktasına atılan ilk adım olabilir mi? Çıkarılacak onca ders ile
evveliyat arkada dururken tekrar filizlenenlerin başka bir izahı olamaz. Galip Erdem,
sağlığını önemsemezdi. Çok yaşlı addedilmeyecek bir yaşta vefat etti. Ömrü vefa etseydi
şuan Dede Korkut'u olacağı bir hareketin evlatları arasındaki çarpışmaları görecek, yeni
bir şey yok diyecekti. Hâlbuki onun yazdıklarını, bir de tatbik edebilsek; kişisel
yaklaşımları, siyasetin hesaplarını, iç iktidar mücadelesini şöyle bir kenara ayırsak,
eleştirmeyi küfretmeden, eleştiriye verilecek yanıtı sövmeden verebilsek çok mu zor,
onun aydınlığı gösterdiği erdem bizleri beklerken üstelik?

(Gencay Dergisi Ekim 2017 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)